pen36 header icon36

Thursday, 24. March 2005

Hayatın çırakları

Merakla beklenen "Çırak" programı başladı.
Patronun gözüne girip 15 milyar maaşlı koltuğu kapabilmek için kıyasıya yarışan 16 genç, kan ter içinde bir hayat kavgası veriyor.
Dayanışmaya çalışsalar da oyunun kuralı belli:
Başarısızlığın bedelini arkadaşlarından birine ödetecekler.
Başarısız bulunan, milyonlar önünde "Sende liderlik vasfı yok" azarını işitecek...
"Seninle çalışmak istemiyorum" kararını bekleyecek.
Bavulu toplayıp büyük kapıdan yüz geri dönecek ve lüks bir arabanın arka koltuğunda hayallere veda edecek.
Yerlerinde olmak istemezdim doğrusu...
* * *
Geçenlerde gençlerle hayat üzerine sohbet ederken, kendi işini yönettiğini konuşmasıyla belli eden iyi giyimli biri söz istedi:
"Siz hiç bizim gibi hayat kavgası vermediniz ki" dedi.
Düşündüm.
"Doğru" dedim, "Bizim, hiçbir zaman kendimize ait bir hayatımız olmadı ki..."
Biz gençken hayatımız, ya örgütündü ya devletin ya partinin ya sınıfın ya davanın ya tarikatın...
O gizli örgütler, meçhul davalar, bizden habersiz sınıflar için ölmeye hazırdık.
"Kavgamız" kendimiz için değil, onlar içindi.
Onları kurtarabilirsek, biz de kurtulacaktık.
Başaramazsak, enkazın altında kalacaktık.
Mükemmel bir düşün peşinde ve umut içinde kendimizden vazgeçmiş, kol kola girmiş, yürüyüşe geçmiştik.
Durdurdular.
* * *
Dava bitti.
Örgüt feshedildi, parti kapatıldı, tarikat dağıtıldı.
Yeni gelenlere siyaset yasaklandı. Kazanan sınıf, yenilenlere sınıfsız bir kitle olduğumuzu anlattı.
Yaşamın patenti partiden, örgütten, cemaatten alınıp gençlere iade edildi.
Artık onların da bir hayatı vardı.
Lakin ağırdı hayat; tek başına kaldırılamayacak kadar ağır...
Biz bunu hissetmemiştik; çünkü yalnız değildik. Bir idealin peşinde kol kola girince, omuz omuza verince, dayanışma türküleri söyleyince daha kolay kalkıyordu dünyanın yükü...
"Sürü" dağıtılıp "Bundan böyle her koyun kendi bacağından asılacak" denilince dünya, olanca ağırlığıyla gençlerin sırtına bindi.
"Hayat kavgası" ağır geldi.

* * *
Şimdi "Hayatın çırakları" patron karşısında yapayalnız...
Koltuk az; oraya oturmanın yolu, diğerlerini elemekten geçiyor.
Kimsenin aklına koltuk sayısını artırmak gelmiyor; çünkü o, siyasetin konusuna giriyor.
Tek yapılabilecek şey, koltuk için sırt sırta acımasızca savaştığın arkadaşını kötülemek, onun elenmesi için başarısızlığını ihbar etmek ve arkasından timsah gözyaşları dökmek...
Başarının, ayakta kalmanın yegâne yolu bu...
Mutluluk, hep birlikte hazırlanan bir şölen sofrası değil artık; ancak bir başkasınınkinden koparılarak ulaşılabilen bir ekmek...
Ve "dava"nın adı; para...
Biz, hiç böyle bir hayat kavgası vermedik.
Çırakların savaşını hayretler içinde izlememiz biraz da ondan...


can.dundar@e-kolay.net

Wednesday, 23. March 2005

Albert Einstein

" The fear of death is the most unjustified of all fears, for there's no risk of accident for someone who's dead."


Korkuların en yersiz (haksızca) olanı ölüm korkusudur ki, ölümden sonra zaten hiç bir şey olma tehlikesi kalmamıştır.

"Can Yücel'den

"...Ruhum sıkıldıkça ruhum
Cemil Beysiz tambur gibi
apayrı bir hava çalıyor
vücudum..."

İçmeden

İşte böyle akşamlara nasıl güzel yakışır, Fikret Kızılok'un "İçmeden" şarkısı :

"akşam olur hani
gün suya batar nabız gibi
tek tek düşünceler
büyüler insanı
yaşanan dönmez artık
gelecek bir bilmece
mırıldanır dudakların
geçmişi hece hece

yastığın uykularda
yüreğin kuşkularda
ellerin boşluklarda
sen de gece olursun

karanlık meraktadır
uzaklar yakınlarda
yelkovan saymaktadır
geçmiş zaman olursun
elini uzatsan dokunamazsın
söylemek istesen konuşamazsın
dört bir yanında sen varsın
kaçsan kurtulamazsın
düşlerin gerçeklerin yalanların
dostların arkadaşların
dört bir yanında sen varsın
bir kadeh içmeden sarhoş olursun"

fobiiiiii!!!!!

ablütofobi: yikanmaktan korkma
arakibutirofobi: yerfistigi ezmesini yerken, damaga yapismasindan duyulan korku
araknofobi: örümceklerden korkma
asimetrifobi: simetrik olmayan seylerden korkma
batofobi: derinlik korkusu, yüksek binalarin yanindan geçmekten korkma
dentofobi: disçiden korkma
eritrofobi: yüz kizarmasindan duyulan korku
fazmofobi: hayaletlerden korkma
fobofobi: korkmaktan korkma
koulrofobi: palyaçolardan korkma
ksantofobi: sari renten korkma
paraskavedekatriafobi: ayin onüçü ve cuma olan günden korkma
peladofobi: kel insanlardan ya da kellesmekten korkma
ranidafobi: kurbagalardan korkma
teratofobi: gebe kadinin, sekilsiz, çirkin bir çocuk dogurmaktan korkmasi
venüstrafobi: güzel kadinlardan korkma

T. S. Eliot

Boş zaman; "kültürün temelini" oluşturur.

aşırı çalışma

Lafargue, çalışmaya değil, insanı insanlıktan
çıkaran aşırı çalışmaya karşı mücadele ediyordu.
Ona göre, 19. yüzyıldan beri işçi sınıfının
başına bela olan şey "aşırı çalışma"ydı.
Bu tempo, işçileri her çeşit düşünsel yozlaşmaya, organik rahatsızlıklara götürüyordu. Bu yalnızca bir kötülük değil,
aynı zamanda delilikti.
işte Lafargue, işçileri, bellerini büken
bu delilikten kurtarmaya çalışıyordu.

Tuesday, 22. March 2005

Selçuk Erdem - Kurt Nine

lafargue, paul...

gençlik hareketinin militanı lafargue,
kongrelerindeki tartışmalarda sesini yükselterek din'le bilim'in uzlaşamayacağını ileri sürüyor :
"bilim tanrıyı yok saymıyor, daha iyisini yapıyor, onu gereksiz kılıyor." düşüncesini, bir yazısında 'ilerlemenin tek yolu, tanrıya savaş açmaktır' diyerek özetliyor.

proudhon...

ahlakı ve ekonomi bilimini her çeşit tanrısal öğeden
arındırma girişiminin temsilcisi...
büyük şahsiyet ; proudhon

Romantik bir an ve şarkisi

Gamzeler

seni böyle görmek istemezdim yar,
saclarin kar beyaz,yüzün solgun..
seneler doldurmuş gamzelerini
ama gözlerine dokunmamiş yar..

yazik sana nasil kiydilar yar,
öpülecek ellerini kimler yordu..
acilar cürütmüş hayallerini,
ama gözlerine dokunmamiş yar..

seneler doldurmuş gamzelerini,
ama gözlerine dokunmamiş yar..

Ulaş Ay

Monday, 21. March 2005

Paul Lafargue (1842- 1911)

Fransız uyruklu düşünür ve eylem adamı.
("komünist manifesto"dan sonra avrupa dillerine
en çok çevrilen "tembellik hakkı" adlı kitabın yazarı.)

Küba'nın Santiago kentinde doğdu. Dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte göçtüğü Fransa'da Tıp Akademisi'ne yazıldı. Üniversitede, kralcı hükümete karşı giderek genişleyen gençlik hareketine katıldı. Yine aynı dönemde yoğun bir okuma uğraşına daldı.
Hegel'den Feuerbach'a, Fourier'den Comte'a kadar pek çok düşünürün eserlerini okumasına karşın, özellikle Proudhon'dan etkilendi.
1865'te Marx'la tanışmasının, üzerindeki Proudhon etkisinin kırılmasında büyük rolü oldu. Marx, "yakışıklı, zeki, enerjik ve sportif' bulduğu bu gencin, kızı Laura'yla evlenerek aileye katılmasına da izin verdi!!!.
Siyasi etkinlikleri nedeniyle Akademi'den uzaklaştırılınca, öğrenimini Londra'da tamamladı ve karısı Laura'yla birlikte yeniden Paris'e döndü.
Art arda üç çocuğunu da kaybetmesi üzerine tıptan soğudu; kendini tümüyle sosyalist düşünce ve eyleme adamaya karar verdi. Fransız Sosyalist Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı, işçi hareketlerinin örgütlenmesine yazılarıyla katkıda bulundu.
1911 yılında karısıyla birlikte intihar etti.
Yaşlılığın, beden ve zihin güçlerini azar azar kemirdiğini görmek istemeyen Lafargue, yetmiş yaşını aşmamak üzere kendine verdiği sözü böylece tutmuş oluyordu.

bugün, dünya siir günü

Şiir severlerin günlerini kutluyor ve
Ece Ayhan'ın Meçhul Öğrenci Anıtı şiirini ilginize sunuyoruz...
(Neden bu şiir: Ece Ayhan, Türk şiirinin en sivil ve en 'politik' şairlerinden biri... Meçhul Öğrenci Anıtı, nehirlerin hangi denizlere aktıklarını ya da mikropların nasıl bölünerek çoğaldıklarını merak etmeyen, ama bunları merak etsinler diye okullarda 'ehlileştirilen'; içi yaşama ilişkin başka türlü coşkularla dolu insanlarımıza atfolunur...)

Meçhul Öğrenci Anıtı

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

Ece Ayhan

Eskiler alıyorum

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musikî ruhun gıdasıdır
Musikîye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikîler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

(O.V.K. - Vazgeçemediğim)

Cânân

Cânân ki Degüstasyon'a gelmez
Balıkpazarına hiç gelmez.

(O.V.K. 01/02/51)

Rakı içtim şarab içti, ölem ben, ölem ben

................

Rakı sözcüğünün nereden geldiği karışık. Afrika, Asya, Amerika ve Okyanusya’da yapılan (çeşitli) damıtık içkilere arak adı veriliyor. Arak eski Türkçe’de "daha ince," "en ince" anlamına da geliyor. Eski dönemlerde rakı içene (rakı tutkununa) "arak – nuş" denirmiş...

Bazıları da rakının kökenini vaktiyle iri, uzun taneli ve kalın kabuklu "Razaki" üzümünden yapılmış olan anasonlu rakıya dayandırıyor. Bu ihtimale göre Razaki üzümünden yapılan anasonlu içkiye rakı denmiş... Razaki kelimesi ile rakı kelimesi telaffuz bakımından benzerlik göstermesi ve rakının bir "Türk içkisi" olarak tanımlanması, rakı kelimesinin bu üzüm cinsinden geldiği ihtimalini ortaya çıkarıyor. Vaktiyle Razaki üzümünden çok nefis rakılar yapıldığı bir gerçek.

İlk defa Irak’ta üretilip buradan komşu ülkelere yayılmış ve bu nedenle "Iraki" (Irak kökenli) kelimesinden gelmiş olabileceğini düşünenler de var. Bugün Irak’ta özellikle Türkmenlerin yoğun olarak bulunduğu Kerkük bölgesinde kuru üzümden elde edilen anasonla aromatize edilen değişik bileşimdeki damıtık alkollü içkiye "Arak" deniliyor.

Rakının ilk kez nerede, kimler tarafından üretildiği hakkında, bugün elimizde kesin ve inandırıcı bilgiler olmasa da ilk kez Osmanlı toprakları içinde üretildiğini neredeyse bütün dünya ülkeleri kabul ediyor. Türk rakısının başka rakılarla karıştırmamak kaydıyla ilk kez ülkemizde üretildiği söylenebilir. Bugüne kadar yayımlanmış olan ansiklopedilerin hemen hepsinde rakının bir Türk içkisi olduğu belirtilir. Türk rakısının karakteristik özellikleri var. Bu özellikleri, rakımızın benzerleri olan Yunan rakısı uzo ve "mastika"da, ne de Uzak Doğu içkisi olan arakta bulabiliriz. Ayrıca sakız rakısı mastikanın ilk kez ülkemizde üretilmiş olduğu da kesin gibi.

Tekel'in Web sayfasında Rakı tarifine bakarsak: Rakı; yalnızca suma veya tarımsal kökenli etil alkol ile karıştırılmış sumanın, 5.000 litre veya daha küçük hacimli geleneksel bakır imbiklerde, anason tohumu (pimpinella anisum) ile ikinci kez distile edilmesiyle üretilen distile alkollü bir içki. Rakı üretiminde kullanılan suma, üzümünün tat ve kokusunu korumak amacıyla hacmen en fazla % 94,5 alkole kadar distile edilmiş üzüm kökenli bir distilat. 21 Ekim 1995 tarih ve 22440 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak uygulamaya konulan “Türk Gıda Kodeksi” Distile Alkollü İçkiler Bölümü’nde belirtildiği gibi Türk Rakısı sadece Türkiye’de üretilir.

Rakının temel maddesi normalde etil alkol (etanol) olmalı. Etanol, dünyada en çok tüketilen 4.içecek (su,süt ve kahveden sonra). Distile edilmiş içecekler (örneğin rakı) %40-50 etanol içermekte. Şarabın etanol içeriği %2-6’dır.Ayrıca etanol, kolonyada (%80), ağız gargaralarında ve bazı ilaçlarda da bulunuyor.

Rakı içip sarhoş olmak şeklinde gerçekleşen olağan seyirde etanol, beyindeki sinir hücrelerinin aktivitesini baskılıyor.Bunu da hücre zarı üzerindeki etkisiyle gerçekleştiriyor. Emilimi yemek borusu ve ağızdan küçük bir oranda, mide ve kalın bağırsaktan orta oranda temel olarak da ince bağırsağın ilk kısmında gerçekleşmekte. Kadınların etanol için dağılım hacmi(0,6 lt/kg) erkeklere göre (0,7 lt/kg) daha küçük, enzimleri daha az ve halk arasında bilindiği gibi sarhoş olmaları teorik olarak daha kolay (benim tanıdıklarım değil).

Alkol alışkanlığı olmayan kişilerde 400-500 mg/dl konsantrasyonlarda bile solunum durmasına bağlı ölüm görülebiliyor. Bir çok ülkede motorlu araç kullanmak için belirlenen alkol dozu 100 yada 80mg/dl kabul edilmesine rağmen, 5mg/dl kadar küçük bir seviyenin bile engelleme yapabileceği gösterilmiş.

Bizim konumuzu oluşturan zehirlenme türü ise alkollü içeceklerde etanol yerine metanol kullanılmasıyla ortaya çıkıyor.

Etil alkole göre daha ucuz ancak çok daha fazla zehirli olan metil alkol bildik bileli alkol bağımlıları tarafından ucuz olması nedeniyle içilir ve yine ucuz olması nedeniyle kaçak içki imal edenlerce içki yapımında kullanılır. İlk etkisi körlük fazla alınması halinde ise maalesef ölüm.

Metil alkol ülkemizde bakkallarda satılırken, dünyada eczanelerde denetimli bir şekilde satılmakta. Eskiden pompalı gaz ocaklarında yakıt olarak kullanılan metil alkolün günümüzde bu işlevi çoğu yerde ortadan kalktı elbette. Tıbbi amaçla kullanımı ise hiç yok. Bu yüzde mavi ispirtonun bu kadar kolay satılması anlaşılır gibi değil.

Odun talaşının damıtılmasıyla elde edilen ve endüstride boya inceltici, teksir makine sıvısı, antifriz, cam temizleyici gibi maddelerin yapımında kullanılan metil alkolün (metanol) ağızdan alınması sonrasında ortalama 30-60 dakika sonra kan düzeyi en yüksek seviyeye ulaşıyor. Bulantı, kusma, baş dönmesi, baş ağrısı, tansiyon düşmesi ve artmış solunum başlıca belirtiler. Metil alkol, etil alkole göre daha yavaş etki gösterdiği için toksik bulgular geç ortaya çıkıyor ve bu yüzden farkında olmadan aşırı dozda tüketilebiliyor

Metil alkol zehirlenmesinde en tipik bulgu görme fonksiyonundaki bozukluklar. Bulanık görmeden, geçici ve tam körlüğe kadar değişebiliyor. Sonrasında dolaşım ve solunum bozukluğu, morarma, beyin ödemi ve koma gelişiyor.

Çünkü maalesef metil alkol vücutta ''formaldehit'' ve ''formik asit''e dönüşerek etkili oluyor. Vücuttaki metil alkol, idrarla formik asit şeklinde atılıyor. Atılımı, emilimi takiben 3-4 gün devam ediyor.
Kafanızı yeteri kadar karıştırabildik umarım. Dilerseniz önlem ve tedaviyi haftaya bırakalım.
Sağlıcakla kalınız…

--------------------------------------------------------------------------------
Dr. Serdar Günaydın - 19 Mart 2005, Cumartesi

Ara

 

Vesaire

Ç ç Ğ ğ İ ı Ö ö Ş ş Ü ü

»» Türk Harfleri Çevirmeni

»» Bize Ulaşın
»» RSS:Başlıklar

Arşiv

September 2025
Sun
Mon
Tue
Wed
Thu
Fri
Sat
 
 1 
 2 
 3 
 4 
 5 
 6 
 7 
 8 
 9 
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
 
 
 
 
 
 
 

Sıcağı sıcağına

https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
zehni - 9. Mar, 17:18
von Blogger zu Blogger
Würdest Du mir ein Interview geben? Ich schreibe unter...
ChristopherAG - 5. May, 01:06
Su akıyor ve ben gidiyorum...
Sonra fark ettim ki Su akıyor rüzgar esiyor Yağmur...
zehni - 15. Apr, 13:42
Sana..
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş...
zehni - 15. Apr, 13:32
Görenlere Aşk ola
Asik olan ummana düser vay vay vay Hayvan gelir insan...
zehni - 25. Dec, 16:15
İnek nasıl kaşınır?..
İNEĞİN köydeki Atatürk büstüne sürünmesi ve büstü devirip...
zehni - 26. May, 20:22
Takvimlerden haberin...
GECELER DÜŞMAN Söz - Beste : Adnan Ergil Takvimlerden...
zehni - 26. May, 20:19
DİNİ YİRMİ KURUŞA SATMAYANLAR
Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep...
zehni - 10. Apr, 12:48
UPANİŞADLAR
İnsanlığın en eski felsefe eserleri. 4000 yıl önce,...
zehni - 17. Mar, 18:20
YEM BORUSU
Görmüyoruz sanmayın içyüzünü işlerin, O doğru duruşların...
zehni - 14. Mar, 13:02

Users Status

You are not logged in.

Durum

Online for 7642 days
Last update: 15. Jul, 02:00

turkey




Get Firefox!
Get Thunderbird!

CiDDi CiDDi
FUCKUELTE HAYVANI
gayriciddi
KOESHEM
OKUMUSH CHOCUK
SHARKI ve SHIIR
ya$ayarak
Profil
Logout
Subscribe Weblog
development